Page 5 - ebulten
P. 5





siz anlatmak ister misiniz onu bilemedim işte dedim. Uzun zamandır bunu bana hiç kimse sormamıştı, siz gençsiniz her birinizin kafa- 

sında kavak yelleri esiyor belli ki sen biraz daha farklısın. Öyleyse dinle dedi.



Ders başlamış bütün koridor sessizliğe bürünmüştü. Anlatmak istediklerinin heyecanı sesinin tonuna da yansımıştı.



O zamanlar damların üzerindeki kerpiç bacalardan çıkan dumanları, rüzgârın oraya buraya savurduğu Kilise Sokağının en sonundaki 

evde oturuyorduk. Evlerin geniş bahçelerinin olduğu semtin bu sokağında, bizim evimizde sıra sıra kavak ağaçlarının olduğu büyük bir 

bahçeye bakıyordu. Yazın, kavak ağacının yapraklarının hışırtısını dinler, sabahları ağaçların arasından kurtulmak üzere olan güneşin 

sıcaklığını iliklerimizde hisseder, sokaklarda koşup oynardık. Evlerin açık pencerelerinden radyodaki sabah ajansını sunan spikerin 

sesi bütün sokağa yayılırdı. İnsanların birbirlerine saygı ve sevgi gösterdiği böyle bir mahallede büyüdüm. Dört kardeştik üç kız bir de 

ben. Babam bayram akşamları bize ayakkabı getirirdi. Bir kez bile büyük ya da küçük gelmezdi. Çünkü babam kunduracıydı... Ara 

sıra babam beni işyerine götürür, orada çivi çakmayı, pençe yapmayı, el dikişini, ufak tefek tamiratı, ayakkabı boyamayı öğretirdi. El- 


lerim boya içinde mektebe gittiğimde arkadaşlarım benimle alay ederdi. Üzülürdüm önceleri ama yine de mektep çıkışlarında doğruca 

babamın yanına koşardım. Okulu da, okumayı da, öğrenmeyi de çok seviyordum. Öğretmen olmak en büyük dileğimdi o zamanlar. 

Sıcak bir bahar akşamı okuldan eve dönüyordum. Bütün mahalle bizim evin önüne toplanmıştı. Bir anlam veremedim, yaklaştım, ko- 

nuşma arasında hastalığını gizlediğini duydum, demek babam hastaymış duyurmamışlar bana. Babam öldükten sonra, kadın başına 

anam bize bakamadı. Sustu. Derin bir nefes aldı. Elindeki cila ile dikkatlice ayakkabıya astar çekmeye başladı. Sonra sözlerine 

devam etti. Babam ölünce bir daha okula gidemedim. Körpecik yaşta aldım omuzuma sandığımı düştüm yollara. Kitaplarda, oyun- 

caklarda; cila, bez, boya fırçası oldu. Bazen aç bazen tok böylece yıllar geçip gitti.



Şimdilerde en fazla iri yazılmış gazete yazılarını okuyabiliyorum ama hayrandım eğitime, kültüre, okumuş, tahsil terbiye görmüşe. 

Her gün önümden geçip giden siz gençlerin neşesine katılmayı ne çok isterdim. Akşamları okuldan eve, hiç gitmek istemezdim her- 

halde. Şimdi sorsan başarabilir miydim onu da bilmiyorum. İnsana hayatta ikinci bir şans tanınmaması ne kötü. 60 küsür yıldır bu 

işi yapıyorum demem o ki o zaman da şimdi ne düşünüyorsam aynısını düşünüyorum. Madem okuyamamıştım, ayakkabı boyacısı 

olmuştum, öyleyse bu işi en iyi ben yapmalıydım. Öyle de yaptım. Aradan bir zaman böyle geçti. Burada bu okulda boya sandığımla işe 

başladığımdan bu güne neredeyse 40 yıl oldu. Dile kolay. Sorarsan bu okulda işe başlamamın nasıl olduğunu o da aslında başka bir 

hikâyedir. Belki bir gün dinlersen onu da anlatırım.

Artık boya bitmiş eline kadife bez parçasını almış ayakkabıyı parlatmaya başlamıştı. Uzun bir süre sustu. Konuşmaya tekrar başladı- 

ğında sesi sanki biraz değişmişti. Kesik kesik konuşuyordu. Nefesi tıkanmıştı sanki hâlbuki daha anlatacakları vardı. İlk defa başını 

kaldırdı. Uzun uzun yüzüme baktı, sonra başına tekrar öne eğdi, usulca bitti dedi. Ayakkabım pırıl pırıl olmuştu. Tedirgin bir şekilde elini 

ensesine götürdü. Eliyle alnında biriken terleri sildi. Başını avuçlarının arasına aldı. Terlemesi daha da artmıştı. Öksürdü. İyi misiniz 

diyebildim sadece. Doğrulmaya kalktı. Yardım etmek için koluna girdim. Yana devrildi. Düştüğü yerden kaldıramadım. Gözlerini gözü- 

me dikti. Yürek kadar olmuştu gözleri. Sabah sınıfta gördüğüm o tebessüm öylece donup kalmıştı yüzünde. Çaresizlik değil bir huzur 

gelmişti yüzüne o an hiç ama hiçbir şey düşünmediği gözlerinde buğulanan yaşlarda belliydi. Kendimi hızla güvenliğe doğru koşarken 

buldum. Koşun ambulans çağırın diye bağırıyordum.

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Oturduğu taburede ellerim başımın arasında şimdi ben oturuyordum.



Kimseyi gücendirip kırmadı dedi biri, çok titiz bir adamdı sandığı her daim temizdi. Beğenmezdi okulun çayını, çayı benim anam yapma- 

lı derdi. Bu sesler arasında usulca ve içimde tarifsiz bir hüzünle yerimden kalktım. Okuldan çıkan çocukların gürültüsüne karışmaktan 

başka yapacağım bir şey yoktu. Yavaşça dönüp ambulansın gittiği yola bir daha baktım. Sonra yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm.

Hayat ucu bucağı belirsiz gibi görünürdü. Değilmiş.



Şevval MEMECAN 9/C








   3   4   5   6   7